Sinan Özcan Heal&More®

4 Haz 20203 dk.

Değişim Karşısında Duygusal Dayanıklılık

Ben 38 yaşındayım. İnternetle orta sonda tanıştım. Anne-babam o yaşlarda iken televizyonla tanışmışlar. Büyükbabam ise elektrik ile… Bu süreçte bir yandan çaresi hala bilinmeyen büyük hastalıklar türemiş, bir yandan ekonomi küçülmüş, sonra büyümüş ve tekrar çökmüş, anayasalar değişmiş, bir gecede ülkeler bölünmüş…

Birleşmiş Milletler, şu anda hayatta olan toplam nüfusun ~60%’ının 25 yaş ve üstü olduğunu söylüyor.[1] Yani 3 kişiden 2’si, yukarıda anlattığım olayları yaşamış… Ben ve (bu durumda büyük ihtimalle) sen de bu gruba dahiliz.

Demek ki seninle benim ve bu 60%’lık grubun tamamının, şu hayattaki ortak alametifarikamız olan ve hep hatırlamamız gereken çok önemli iki özelliğimiz var:

İlki, erişkin olana kadar oldukça az uyaranla muhatap olmuş olmamız. Zihnimiz nispeten durağan ve genelde tek kanaldan akan bilgiye alışmış. Yani ben 13, annem 38, anneannem ise 55 yaşına gelene kadar bu her yönden gelen çılgın bilgi akışına ve 5 senede bir çığır açan teknolojilere maruz kalmamışız.

İkincisi, kaç tane “yeni normal” ile bir anda karşılaşmış ve hepsini görüp, geçirip sindirmişiz bu yaşımıza kadar. Hem de bu kadar az uyaranla büyümüş olmamıza rağmen…

Demem o ki, duygusal dayanıklılığımız; yani yeni olana zihnen ve duygusal olarak uyum sağlama yeteneğimiz, aslında hiç de düşük değil. Yaşadığımız büyük olaylar bizi sarsmış olabilir ama kabul etmek lazım ki, adaptasyon gücümüzü de epey arttırmışlar. Bir şekilde adapte olmuş, onlarla hızlanmış ve hatta tüketip normalleştirmişiz koca koca “yeni”leri.

Şimdi önümüzde bir yeni daha var. Onu da normalleştirmemiz bekleniyor. Tek farkı biraz zoraki ve her zamankinden hızlı adapte olmamızı gerektirmesi. Ama üstesinden geliriz, sen de, ben de. Çünkü alametifarikamız bu.

Gene de korkuyorsan, normaldir. Kızıyorsan, hakkındır. Söylenmen, saklanman, dışa vurman…hepsi sağlıklıdır. Böyle böyle uyum sağlıyoruz, işimiz bu; yaşamak. Ama kolaylaştırmak da mümkün bu süreci. Yeni olanla daha iyi geçinmenin de yolları var. Zihnin karşı koyduğunda, ki koyacaktır, onun sen olmadığını hatırlayarak başlayabilirsin. Kendine nelerden geçtiğini hatırlatarak, Aşık Daimi ile bir olup “Bu da gelir, Bu da geçer” diyerek… Travmaya değil, kendine odaklanıp, bedensel zekana güvenerek.

Korku, öfke, isyan, depresyon… Hepimizin buralardan geçeceğimizi ve geçebileceğimizi bil. Bu aşamalarda enerjini kaybetme.[2] Dilersen duygusal dayanıklılığını desteklemek için, psikologların içinde bulunduğumuz süreçte ve tüm değişimler karşısında, zihnin yaratabileceği karmaşadan kurtulmak için önerdikleri APPLE (Elma) tekniğini[3] deneyebilirsin:

Acknowledge - Kabul et: Belirsizlik seni endişeye sürüklediğinde bunu fark et, onu yönetmeye çalışma, olduğu hali ile kabul et.

Pause - Ara ver: Endişenin seni paniğe sürüklememesi için onunla arana mesafe koy. Nasıl mı? Ona karşı her zaman verdiğin tepkileri vermeyerek; hatta hiç tepki vermeyerek. Sadece dur ve nefes al.

Pull back - Geri çekil: Kendine, susmak bilmeyen zihninin sadece endişeyi dışa vurmak, dengelenmek için konuştuğunu hatırlat. Bir adım geri çekilip büyük resme bak: Zihninin çaresizce tutunacak bir kesinlik aramasının sana, duygularına ve bedeninin işleyişine yardımcı olmadığını gör. Aslında bu kesinliğe pek de ihtiyacın olmadığını ve hatta kesinlik arayışının seni aşağıya çektiğini, işini zorlaştırdığını gör. Tüm bu hislere sebep olan şeyin, düşüncelerinden ibaret olduğunu fark et. En önemlisi de, kendi düşüncelerin ile hayatın gerçekleri arasında fark olabileceğini ve hatta genelde de olduğunu anla: Düşünceler genelde esas gerçekleri yansıtmaz. O yüzden düşündüğün her şeye inanma!

Let go - Bırak gitsin: Şimdi seni endişeye sürükleyen düşüncelerini yavaşça yere bırak. Bu düşünce ve onun yarattığı hisler, geçici. Ve geçecekler. Onların peşine takılmak zorunda değilsin. Bırak gitsinler. İzin ver, uzaklaştıklarını hayal et, hatta bir buluta binip sonsuzluğa gittiklerini gözünde canlandır.

Explore - Anı keşfet: Şu anda ama tam şu anda, sen ekranın karşısında oturuyorken ne durumda olduğuna bir bak. Bu anı keşfet. Çünkü tam bu anda her şey yolunda; sen iyisin. Nefesine odaklan; nefes alıp verme tempona, nefes alabilmenin sana hissettirdiklerine. Ayaklarınla ve vücudunun geri kalanıyla temas ettiğin yeri hisset. Etrafına bak, bulunduğun mekanda 5 duyunun sana ulaştırdıklarına odaklan: Neler görüyorsun, neler duyuyorsun, ne gibi kokular alıyorsun, nelere dokunuyorsun; tam bu anda? Şimdi odağını sakince başka bir şeye kaydır, endişe seni bölmeden önce ne yapmakta olduğuna, ne yapman gerektiğine… ya da sadece, başka her hangi bir şeye odaklan; farkındalıkla ve tüm duyularınla.

Bugün ve tüm hayatın boyunca her gün, seni bir an bile yalnız bırakmamış olan çok büyük bir destekçin var, onu hatırla: vücudun. Tüm vücudunun, sinir sisteminin, bağışıklık sisteminin, hormonlarının ve bağırsaklarının seni hayatta tutmak için yaratıldıklarını hatırla. Sen zihnin değilsin, tam aksine sen tüm bu birleşenlerin bütünüsün!

Şimdi istersen, ayağa kalkmakla başla. Duyguların ve zihninin eninde sonunda bedenini takip edeceğini hep hatırla.


 
[1] https://www.un.org/en/development/desa/population/events/pdf/expert/25/2016-EGM_Nicole%20Mun%20Sam%20Lai.pdf
 
[2] https://www.psycom.net/depression.central.grief.html
 
[3] https://www.anxietyuk.org.uk/blog/health-and-other-forms-of-anxiety-and-coronavirus/

    1390
    14