Aynı şeyleri anlatmaktan yorgunsun. Aynı cevapları duymaktan. Duyamamaktan. Karşında vücut bulmuş sessizliği dinlerken, kendi içinde hep aynı şeylerden yakınmaktan… Ya da bağrış çağrış hep aynı çıkmaza varmaktan! O dağı bir türlü aşamamaktan. Kendinden… Canın sanıp da aslında bir ömür hiç konuşamadığını fark ettiklerinden… “Anlatamamak” halinin ta kendisinden, artık bıkkınsın.
Konuşsan tesiri yok, sussan gönül razı değil. Ama yine de düşüyorsun her seferinde aynı kuyunun içine: değişmiyor senaryo; sen ya her zamanki gibi suskun, ya da konuşmalarının sonu hep aynı bozgun.
Aşabilen görülmemiştir çünkü, kendi duygularını.
Evet karşındaki dağ, karşında değil aslında. Daha iş karşı tarafa varamadan seni tüketen yerlerinde; senin dağın kendi içinde. Of deme, çünkü herkesinki öyle. Aslında karşındakinin derdi de sen değilsin; kendisi. Bu yüzden anlayamıyoruz birbirimizi. Çünkü aslında anlayamıyoruz kendimizi.
Burada bir durup soluklanalım. Olan bitene biraz dışarıdan ama aslında en merkezi noktadan bakalım. Şimdi farz et ki bir tartışmanın tam ortasındasın. Hayat boyu kendini en ifade edemediğin kişiyle tartışmaktasın. Belki eşin, belki çocuğun, ya da baban, annen, patronun… Belki karşılıklı atışıyorsunuz, belki biriniz sessizlik zırhında, diğeri çata çat anlatmakta. Ya da en fenası her iki taraf da susmakta, havadaki elektrik adeta zihinleri yakmakta.
Ne hissediyorsun tam o anda? Öfke, çaresizlik, kırgınlık, belki koyu bir yılgınlık??
Peki ya ne düşünüyorsun o anda? Anlatmak istediğin şeyin mantıklı noktalarını mı? İkiniz için de avantajlı kısımlarını mı? Orta noktayı nasıl bulacağını mı? Yoksa bunların altında en dipte, seni neden anlamadığını mı? Zaten hep terslendiğini, hiç kabul görmediğini mi? Gücüne giden hareketlerini mi?
İyice düşün ne dolduruyor zihnini; konuya dair çözüm önerileri mi yoksa karşındakine hislerin mi?
Neyi aşmaya çalışıyorsun, iyi bak? Sorunun kendisini mi, karşındakinin nuh deyip peygamber demeyen inadını mı, yoksa kendi içindeki anlaşılmama, onaylanmama, kabul görmeme kaygısını mı?
Ne kadar eğitimli, deneyimli, görmüş geçirmiş bir insan olsan da, dünyadaki her şey ve herkes gibi sen de en zayıf halkan kadar güçlüsündür. Ve bu da dünya genelinde, hele de bizim yaşadığımız coğrafyada duygu seline kapılmaktır. Mantığına en ihtiyacın olduğu anda, içeride bir yerde duyguların isyanıyla boğuşmaktır. Bu böyledir çünkü en az beslenen yerimiz, duygusal farkındalığımızdır. Öyle ki, bu söz bile dilimizde ancak son 20 yıldır bulunmakta ve çoğunlukla sadece kişisel gelişim meraklıları tarafından kullanılan popüler bir jargon sanılmaktadır.
Tam burada bir daha durup kendimize soralım: Duygusal farkındalık sence nedir? Örneğin o anda kızgın olduğunu fark etmek midir? Fark edip de ne yapmaktır? Fark edince ne değişmektedir? Yoksa bir adım daha gidip seni kızdıran şeyin aslında ne olduğunu anlamaya çalışmak mıdır? Karşında süregelen tartışmanın, görünenin ötesinde, en derinde hangi korkunu tetiklediğini seni neden sorunu çözmekten uzaklaştırıp, her seferinde düştüğün o kuyulara itebildiğini anlamak mıdır? Sence duygusal farkındalık, sana ne kazandırır?
Bu sorunun cevabı, kilitli bir kasada saklıdır. Çok acımasız muhafızlar tarafından korunan, açmaya çalışan çok kişiyi daha ilk hamlede yerle bir eden, dünyanın en aşılmaz, en ulaşılmaz sanılan kasasında… Senin duygusal hafızanda. Kabaca ama daha somut bir deyişle; beyninin sağ lobunda. (Sürprizzz! Duyguların kasası kalbinden önce beynindir! -Kalp çok daha soyut bir kasadır ama ona başka bir yazıda değiniriz.)
Beynin doğum anından itibaren en hızlı gelişen, neredeyse tüm yaşamsal fonksiyonlarını kontrol eden ama kendi çalışma şeklini bir türlü kontrol edemeyen (aslında vücudunda olagelen sorunları dahi son aşamaya gelip de ağrı sızı yapmadan önce fark edemeyen) bir organdır. Vücudundaki her kas gibi, onun da güçlendirilmeye ihtiyacı vardır. Ve gene dünyadaki her organ gibi, beynin de dengeli gelişmesi umut edilir.
Ama spor salonlarında sağ kolunu da sol kolu ile eşit miktarda güçlendirmeye ya da basenini her iki yandan da inceltmeye veya kaşlarını eşit şekilde almaya, ellerinin her ikisini de yıkamaya çaba harcayan insanoğlu, beyninin sorgulama, mantık ve neden sonuç ilişkisinden sorumlu sol lobunu her an besleyip, kullanıp güçlendirirken; duygusal farkındalık, bağ kurma ve büyük resmi görmekten sorumlu olan sağ lobunu 2 yaşından sonra kendi haline bırakır.
Dünyanın tüm okulları sol beyne konuşur, tüm sınavlar sol beyne sorulur, tüm görüşmelere sol beyinle oturulur ve dolayısıyla tüm bağlar da sol beyinle kurulur. Oysa bağ kurmak, sol beyin için Çince gibidir. Bir nane anlamaz, yine de alışkanlık gereği rolü üstlenir. Sol beynin sağ ile iletişim kuramaz ve haliyle durumun tüm yükü sol tarafa yüklenir. O zaman da, tıpkı hayali bir tahterevalli gibi sol beyin aşağı doğru çökerken sağ tarafta baskılanmış, unutulmuş, ihmal edilmiş her ne varsa, solun üzerine yuvarlanıverir. Duyguların mantığını işte böyle ele geçirir.
2 yaşından beri kendi haline bırakılmış, hiç bakımı yapılmamış, üst üste atılmış, hatta unutulmaya çalışılmış duygusal hatıraların; ellerinde olmadan mantığının üzerine devrilir. Bu sırada devam etmekte olan dış dünyada, sol beyinler sol beyinlerle tartışmaya girince de, tek kanatla uçmaya çalışan tüm uçaklar gibi, her iki taraf da birbirine çarpıp kül oluverir. (Her tartışmada inan karşındaki de hasar görür.)
Peki yapman gereken nedir? Bu yaşına gelmişsin, 2 yaşından beri ihmal ettiğin yanını nasıl iyileştirebilirsin? Bu sorunun cevabını bilmektesin: tıpkı oğlunun çıfıt çarşısına dönmüş dolabı ya da yılan hikayesine dönmüş bir mail silsilesi, masanda üst üste yığılmış dosya dağları ya da ayıklanmayı bekleyen 5 bağ ıspanak gibi; sakin ama kararlı şekilde ilerlemelisin. O düğümleri inan ki çözebilir, her tartışmada tosladığın içindeki dağı ancak böyle aşabilirsin.
Bu yolu kendi başına aşmak, bir bebeğin bir anda kalkıp kendi kendine yürümesini beklemek gibidir. Hem gerçekçi, hem de pratik değildir. Kitaplar okuyabilir ya da videolar izleyebilirsin. Ama bu da bebeğe sadece konuşmak onun ağzını kullanmasına hiç fırsat vermemek gibidir. Öte yandan seni anlayan, güvende hissettiren, derdini çözmeyi benimseyen bir uzman bu konuda her bir adımını 5 adım boyuna çıkarabilir.
Üstelik bu öyle sıkıcı, zorlayıcı, sandığın gibi üzücü olmak zorunda da değildir. Çünkü insanın sinir sistemi adapte olma yeteneğiyle ünlüdür ve onunla çalışmak çoğu kez her iki taraf için de güvenli, iyileştirici ve hatta keyiflidir. Nasıl kısmıyla ilgili bilgi almak istersen, ücretsiz ön görüşmemizi denemek için aşağıdan kolaylıkla bir randevu alabilirsin:
İlgili kaynaklar:
Parenting From The Inside Out (Türkçe'ye çevirisi bulunmamaktadır),
Daniel J. Siegel, M.D., and Mary Hartzell, M.Ed. https://drdansiegel.com/book/parenting-from-the-inside-out/
The Power Of Showing Up (Türkçe'ye çevirisi bulunmamaktadır)
Daniel J. Siegel, M.D. and Tina Payne Bryson, Ph.D. https://drdansiegel.com/book/the-power-of-showing-up/
The Whole Brain Child, (Ülkemizde "Bütün Beyinli Çocuk" ismiyle satışa sunulmuştur)
Daniel J. Siegel, M.D. and Tina Payne Bryson, Ph.D.
Comentários