Masanın başında oturuyorsun. Ama sanki karanlık bir mağaranın önündeymiş gibi hissediyorsun. Zihnin anında kaçmaya hazır. Aklın çoktaaan başka yerlerde. Sadece zavallı bedenin, her zamanki gibi, olması gereken yerde kasılmış kalmış durumda -çünkü o görünmez olmadığı için, diğerleri gibi zor yerde kaçıp gitme numarasını yapamıyor.
Tut ki deniz kenarında duruyorsun. Vakit akşamüstü olmuş. Gökyüzü tablo gibi, pembe, mor, turuncu... Dalgalar gelip gidiyor. Bulutlar dağılıyor. Kuşlar uçuyor. Manzara sürekli değişiyor. Bir senin içindeki hisler, sanki demir atmış gibi olduğu yerde çakılı duruyor. Bin bir yol düşünüyorsun güya ama aslında bir arpa boyu bile gidemiyorsun; çözüme bir türlü varamıyorsun.