“Sana hiçbir zaman zarar vermek istemedim…”
“O sırada ne yaptığımı bilmiyordum!”
“Üzüldüğünün farkında bile değildim, hatta sana iyi bir şey yaptığımı zannediyordum!”
“Bana neye üzüldüğünü söyle, düzeltmem için tekrar şans ver!”
Aslında konuşma, kapıyı çekip çıktığında bitmişti.
Kapı kapanınca nasıl oluyorsa, son söylenenler sanki hala odada geziyor… Kursağında kalanlar da ya kendisini fısıltı olarak tekrarlıyor ya da söylenmiş sözleri oraya buraya çarpıtarak sadece suçlama ve hayal kırıklığıyla biten sahnelere evriliyor.
Peki sen tüm bu kargaşada neredesin?
Bu sözler senin ses tellerini ve senin akciğerini kullanarak boğazından çıktı, ama gerçekten senin cümlelerinle mi? Sen de söylediklerini sonradan hatırladığında veya bir başkasından yeniden duyduğunda, bu cümlenin senden çıktığına şaşırıyor musun? Senin de zihnin “yapılması gerekenler dağının” altında kalarak gerçek cümlelerini, özgün halini kaskatı bir maskenin arkasına gömüyor mu?
Artık bildiğine eminim ama gene de sık sık hatırlamalısın ki zihin kurgulamaya çok meyilli bir araçtır. Elindeki birbirine girmiş bozuk verilerle, yetersiz bilgiyle, önyargıya bulanmış tecrübeyle, kısıtlı yaşanmışlıkla yola çıkar; kurguya başlar ve aklı sıra “gerçek” olanı sana senaryo olarak çizer. Ve o “sözde-gerçek” (ya da zihnine göre “aslında olan”) olay, zihninde çok fazla tekrarlarsa eğer; öfke hüzün gibi “aslında eski deneyimlerinden gelen ve yenilerine yapışmak için hazırda bekleyen öğrenilmiş hislere” bulanır. Böylece iyice güç kazanır ve sonunda senin “kendi yarattığın sahte gerçeğin” oluverir!
Bu şekilde sen de artık, gerçekte henüz gerçekleşmemiş ve tamamen kurguna dayalı olan ama kökteki hislerinle beslendiği için de en ufak bir fırsatta büyük ihtimalle kendini gerçekleştirecek olan çarpıtılmış bir “sözde-anı”ya inanmaya başlarsın. Doğal olarak da, sanki o kurgu anı’n kısmen veya tamamen gerçekmiş gibi, sonraki günlerini bu perspektifte geçirirsin: Senaryondaki insanlara, sanki onlar kurguladığın sahnelerdeki o sözleri söylemişler, onlara yakıştırdığın tepkileri senin var saydığın sebeplerle vermişler gibi davranırsın. Hatta belki, gerçekte yapmadıkları şeyler için (ya da yaparken sahip olmadıkları niyetler için) onlara karşı hisler edinirsin -ve ne ilginçtir ki bu yeni hislerin de, gene eski kök hislerinle birebir uyumlu olur, onları doğrular ve güçlendirir. Böylece kendini iyice zihnine teslim edersin.
Öte yandan, bu durum aynen bu şekilde hayatındaki başka insanlar tarafından sana da yapılıyor olabilir: Bir türlü anlaşamadığın patronunun, arkadaşının, eşinin dostunun hatta ebeveyninin kafasındaki senaryoda bu kez de sen bir rol sahibi olmuş olabilirsin. Karşılıklı birbirinize aynı roller biçmiş dahi olabilirsiniz hatta! Bu kombinasyonun her türlüsünde olan, zihnin kendi var sayımlarını gerçek sanmasıdır.
Oysa var sayımlar neredeyse hiç bir zaman, gerçeğin ta kendisi değildir. Ve dünya üzerindeki ilişkilerin çok büyük bir yüzdesi, işte bu basit ayrımın yapılamaması sebebiyle bozulur: Tüm bu var sayımlar, öğrenilmiş hisler, yaratılmış sözde anılar birleşir ve hayatını etkileyebilecek en gerçek tartışmalarda, en içten konuşmalarda senin yerine konuşarak kendilerini yeniden doğurur.
Buraya kadar anlattıklarımın büyük bir kısmının belki farkındaydın, gayet iyi biliyordun ama buna rağmen değiştiremiyordun. O halde şimdi de sana neden değiştiremediğinle ilgili olan kısmı anlatayım:
Vücudunda veya vücudunun da ötesinde tüm bünyende bir sorun varsa eğer, zihnin de bunun yansıması olarak yıpratıcı bir biçimde çalışabilir.
Hücrelerin de tıpkı diğer canlılar gibi birbirleri arasında iletişim kurar. Hücrelerinin arasında, dip dibe komşu olup bir doku meydana getirdikleri en kısacık mesafeden tut da, ayaktan kafaya uzanan o en uzak mesafelere kadar devamlı süregelen bir haberleşme vardır. Nefesinden kalp atışına, yediğini sindirmekten zihinsel faaliyetlerine kadar yaşamına dair her şeyde hücreler arası iletişim vardır.[1] Hücreler birbirleriyle moleküller ve sinyaller gönderme şeklinde bağlantı kurarlar. Ve bu muazzam mekanizmada, hücrelerin arasında bile bozuk iletişim görülür.
Tıpkı bizim birbirimizi yanlış anlamamız ve hatta kendi özümüzden zaman zaman kopmamız gibi, hücreler arasında da bozuk haberleşmeler, bir nevi yanlış anlamalar gerçekleşir. Bu hatalı iletişim, en çok gürültülü ortamlarda gerçekleşir. Bizim için çok yüksek/rahatsız edici tonlarda ses gürültüsü ve şiddetli hava şartları ne ise; hücrelerimiz için de elektromanyetik radyasyonlar, toksik besinler, ağır metalli hava ve gıdalar da benzer şekilde iletişimi alt üst edici niteliktedir.[2]
Eğer seni meydana getiren hücrelerin kendi aralarında anlaşamıyorsa, bu uyuşmazlığın yaşandığı bölgelerde, organlarda hastalıklar başlar. Bedenin içinde koordinasyon problemliyse, senin de çevrenle sağlıklı iletişimler kurman zorlaşır.
İfadeden sorumlu üst beyindeki merkezler, zihin, düşünce yapıları dışında; olayların içinden soğukkanlılıkla geçmene yardımcı olan tüm beynin, sinir sistemin ve hormonal sistemin de aksaklıklar yaşayarak, kah seni dışarıya yanlış gösterir, kah da dışarıyı sana olduğundan farklı… [3]
Elektromanyetik gürültülerin hücreler arası iletişime etkisi pek çok bilimsel çalışmada tekrar tekrar ortaya konmuştur: İnternet bağlantı ağ sinyalleri ve düşük/yüksek frekanslı manyetik ve elektrik alan gürültüsü yayan teknolojilerin yanı sıra; yakınımızdan, hatta bulunduğumuz binaların, tesislerin duvar ve zeminlerinden geçen yüksek gerilim hatlarının da hücresel işlevlere ve hücreler arası iletişime olumsuz etkisi, hayatı tahmin ettiğinden de fazla etkilemektedir. Bu hepimizin her an maruz kaldığımız “modern gürültünün” olumsuz etkisi ile enzimler, proteinler bozulur ve hormonlar bile hedef hücreler tarafından yanlış anlaşılır. [3][4] Bir biyomedikal yüksek mühendisi olarak bu konudaki gözlemlerimi çok daha uzun anlatabilirim.
Peki bu bozulmalardan kurtulmak nasıl mümkün olur?
İşte bu kısmı da Heal&More®’daki araştırmalarımla anlatayım: Senin artık otomatik olarak verdiğin tepkilerin, içine işlemiş bazı huyların bu deformasyonu adeta davet etmektedir! Ve tahmin et bakalım bu tepkilerin kökünde hangi “öğrenilmiş hislerin”, “varsayıma dayalı tepkilerin” yatmakta ve bunlar, günlük hayatın içinde bu deformasyonu nasıl da tekrar tekrar ve sürekli olarak aktive etmektedir? Tahmin edemeyeneler bu kısmı bir kez daha okuyabilir 😊)
Bu nedenle önce bu huylarını ve kökündeki var sayımlarını, öğrenilmiş hislerini görmen iyi bir başlangıç olur. Bunlar;
- inat,
- mücadele bağımlılığı,
- alınganlık,
- kendini ve/ya çevreni suçlama,
- mağduriyeti hep hissetme ve her fırsatta ballandıra ballandıra anlatma,
- yanlış anlamasınlar diye efor sarf etmek diye örnekler devam eder, gider…
Bunlara neden bağımlılık geliştirdiğin ve nasıl özgürleşebileceğin konuları ise buradaki asıl anahtardır. Bu anahtar cevabı bulman; hücreler arası iletişimin bozulmasında önemli rol oynayan stresini azaltmaya ve zihinsel, duygusal, ruhsal yıpranmanın ilerlemesini durdurup geri püskürtmeye de yardımcı olur. İçsel sessizlikle ulaşabileceğin huzurun ise sınırları henüz belirlenememiştir.
Belki artık gerçekten de yıpranmayı durdurma ve dönüşme zamanın gelmiştir. Şimdi ve artık kendin olarak konuşmaya hazır mısın?
Kaynaklar:
Comments