Neren ağrıyor?
“Neren ağrıyorsa canın oradadır!” derdi anneannem. Bir bakıma tıp da aynını der bize.
“Neyiniz var?” sorusunun cevabı; hayatımızda olup bitenleri değil, ancak ağrıyan yeri söylediğimizde bir cevap bulur.
Neresi ağrıyorsa, ilaçlar orayı rahatlatmaya çalışır; her biri bir yerimizi gevşetmeye, dindirmeye, geçirmeye ama ille de ağrıyı yenmeye odaklıdır. Çünkü birbirinden çok farklı olan biricik vücutlarımızın 8 milyar adede ulaştığı bu dünyada, tıbbın herkesin derdine derman olabileceği en genel yol budur.
Hayat çok hızlı, insanlar çok meşgul ve ilaçlar çok etkiliyken, başka ne olabilir ki zaten? Ağrı dindiğinde, vaka da çözülür.
Vaka, evet… Bir kişi “Şuram ağrıyor” dediği anda, durumu artık bir “vaka” olur. Bir insanın hayatındaki binlerce unsurun (karmaşık ailelerin, zorlu ilişkilerin, gergin işlerin, mecburi görevlerin, alışkanlıkların, pratik yemeklerin, hiç durmayan endişelerin, sonsuz olasılık taşıyan genlerin…daha nicelerinin) yıllar hatta nesiller boyu damla damla birikip oluşturduğu durumlar; 1-2 kelime ile özetleniverir: taşikardi vakası, yüksek tansiyon vakası, mide spazmı/kas tutulması/baş ağrısı/tinnitus vakası…
Böylece tek tek ve dikkatle ele alınır vakalar. Tıp her vaka için etkili çözümler sunar. İyi ki de sunar. Bu sayede hayat, vaktinde devam eder.
Ama ya vakaya dönüşmeden önceki “durumlara” ne olur? Zamanın getirdiği, hayatın içimize işlediği onca hal bir kerede çözülür mü? İnsan hızlı müdahaleler ile vaktini korur ama ya hali düzelir mi? Vakalar tedavi edildiğinde, insanlar iyileşir mi?
Ağrısının dinmesini isteyen insan kadar iyileşmek isteyen insan var mıdır diye sormalıyım belki de bu soruyu. Çünkü ağrı kesici, ateş düşürücü, kas gevşetici, tansiyon düzenleyici isteyerek; ağrıyı oluşturan sistemsel dinamikleri, bağışıklık tepkisine yol açan enflamasyonları, kas iskelet bozukluklarını ya da dolaşımı etkileyen duygu durumlarımızı çözemeyiz.
Vaktimiz kadar halimizi de dikkate almadıkça, gene buradaki vaktimizden yeriz.
İyileşebileceğimize inanmayız, uğraşmaya üşeniriz, hayal kırıklığından korkarız, vakit kaybetmekten (!!) endişe ederiz, nakit kaybetmekten endişe ederiz, alışkanlıklarımızı, konfor alanımızı, bahanelerimizi, kabuk gibi giyindiğimiz hasta kimliğimizi… yani aslında şikayet ede ede bağımlısı olduğumuz mevcut halimizi kaybetmekten korkarız.
Ve bu korkumuzu tek bir soruyla mantık çerçevesine sokarız: “Bunu yaparsam (şunu alırsam / onu içersem) geçer mi?”
Cevabı baştan bellidir bu sorunun. Aynen yukarıdaki gibidir hikaye. Ama gene de umutla, inatla bir “evet” bekler zihin. Hayat akışında vakti ve nakti korumak o kadar önemlidir ki, halini boş verir.
Fakat her ne kadar canı ağrıyan yerinde olsa da, insan ağrıyan yerlerin bir toplamı değildir. İnsan, hayat boyu yaşadığı tüm vakaların birleşiminden çok daha ötedir.
İşte tam burada, bu haftanın #healandmorepazaryazısı nda, kalemi sana devrediyorum. Şu soruyu direkt sana soruyor ve cevabını gerçek bir ilgiyle yorumlara bekliyorum:
Halin mi, vaktin mi?
Başka bir deyişle: Sen hangisinin peşindesin; iyileşmek mi, ağrıyı kesmek mi?
Comments