top of page

İçine Sindiremediklerin ve Sindirim Sistemin

Güncelleme tarihi: 15 Eyl 2023

Sabah oldu, uyandın. İçinde sanki bir taş; tam boğazında, yok yok kalbinde, hatta tam olarak midende.


Kahve içtin tadı yok, ağzına lokma atacak halin yok, şöyle bir of çeksen göğsüne dolan nefesin hayrı yok.


Tabi hayat devam ediyor. Bir baktın, öğlen oldu. Yemeğe gidesin, evdeysen pişiresin, çikolatayla bile geçiştiresin yok. Mecburi birkaç lokma attın ağzına, yutana kadar büyüdü büyüdü, sanki dağ oldu mübarek! Sakız gibi çiğneyip duruyorsun. O hiç gitmeyen taşa rağmen zar zor yutuyorsun.


Şimdi yedin ya, akşama kadar midende bir ağrı, burulma, bazen bulantı. Neyse zaten kaç zamandır alıştın bu hisse. Boğazından bağırsaklarına kadar dolmuş, balon gibi şişmiş hissetmeye. Hani içim şişti desen; hem mecazi, hem fiziksel olarak tam yeri! Sanki ne çıkışı var içinin, ne girişi…


Böyle böyle yaşarken o da ne! Sanki miden yetmezmiş gibi bir de bağırsaklarına inmesin mi o ağrı?! Öyle böyle değil, iki büklüm ediyor hem de! İşte şimdi daha da sinirlendin. Hayat üstüne üstüne gelirken, zaten yediğin içtiğinden bir lezzet alamazken, yuttuğun iki lokmanın ağrısını mı çekeceksin bir de?

Şanslıysan doktor bir teşhis koyabilir, sindirim sistemini tedavi edebilir. Ama bazen sorun sadece fiziksel olmayabilir. Hele sen kendine doğru bir yoldaysan, işler biraz daha değişik gidebilir. Nasıl bir yoldan mı bahsediyorum? Mesela çok içine attığın bir yol… Ya da belki çok kez ifade etsen bile, karşındakine ulaştıramadığın bir yol… Karşındaki derken illa hatta hiç de hasmın olmak zorunda değil. Aksine içindekileri en yakınındakilerden birine ulaştıramadığın bir yoldan bahsediyorum.


Yıllarca sesini duyurmaya çalıştığın eşin, seni çok sevmesini bekleyip durduğun ebeveynin, gözünün nuru çocuğun, kanın canın kardeşin, deliler gibi aşık olmaktan bir türlü kurtulamadığın sevgilin, en derinlerini bilen sırdaşın ya da geceni gündüzüne kattığın işin, patronun, müdürün… Kimse kim. Yan yana, bazen can cana yürürken seni bir kez bile duymayanların olduğu bir yol bu bahsettiğim.


Öyle bir yoldaysan, bilirsin, bir zaman sonra dışına değil içine içine söylemeye başlarsın. Duyulmadığını görmektense, bari bir yere akıtayım içimi dersin. Ama o akıttıkların akmaz, birikir, katılır, sindiremezsin. Boğazındaki düğüm büyür, göğsünde bir dağ olur, yetmez midende bir taş olur, daha da yetmez içini bıçak gibi delen bir sancı olur. Gaz olur, şişer, çıkmaz, uyutmaz, yedirmez, içirmez, en beklenmedik anda iki büklüm yapar, nereden gelir neden gelir bilinmez… Ne yapsan geçmez!


Bu yol, çok kalabalık bir yoldur aslında. Seni duymayan, hakkını en çok yiyenin bile kendi içinde mutlaka yürüdüğü bir yoldur üstelik! Çünkü insan, içinde ne varsa dışarı en çok onu verir. Haksızlığı yapanı da anlamaya çalış demeyeceğim. Bu başka bir zamanın konusu. Aksine, kendini anlamaya çalış diyeceğim. Ve sana senin gibi bir kadının hikâyesinden bahsedeceğim -elbette kendi izni ile...


İşinde sürekli hak kavgası veren, 40’lı yaşlarına gelmiş olmasına rağmen doğduğu aileye karşı kendi bireysel alanını çizme çabası hala devam eden, ikili ilişkilerinde hep veren, veren, veren… Kendisini yiyip bitiren, sürekli daha fazlasını talep eden, eleştiren, asla doymayan erkeklerle sınanan; babası, kardeşi, patronu, sevgilileri ile hakkını koruma sınavı olan bir kadın... Giderek huzursuz, hüzünlü ya da sinirli bir ruh haline bürünmüş, en basit yaşamsal zevk olan yemekten bile uzaklaşmış, içine sindiremedikleri ile boğazına kadar dolmuş bir kadın…


Kendisiyle tanıştığımda, uzun süredir içine sindiremediği ve/ya ifade edemediği durumları ve 1 yıldır fizyolojik tanı konulamayan geniş çaplı bir sindirim sorunu vardı. Sindirim ve boşaltım sistemleri düzgün çalışıyor görünmesine rağmen; midesini, onikiparmak bağırsağını, böbreklerini kapsayan ve artık günlük hayatını etkileyecek raddeye ulaşmış olan ani sancı ataklarından şikayetçiydi. Hayatındaki konuların tepe yaptığı bir dönemde, kısa sürede hızla kilo vermişti ama buna sebep olan stres faktörleri sancılarının da tetikleyicisi olduğundan, kilo vermenin mutluluğunu yaşayamıyordu.


Tüm bunlar tanıdık geliyorsa, bilmeni isterim ki hepsi senden başka en az bir kişi tarafından daha yaşandı. Ve bu kişilerden en az biri, artık bu ağrıları yaşamıyor.

Kendinden verme, ilişkilerinde alamama hali süregeldikçe, bu durum zihin tarafından bir öğreti gibi ezberlenir ve beden de eninde sonunda zihnin bu öğretisine göre uyumlanır. Bazı bünyelerde bu durum duygusal olarak tetiklenen aşırı yemek yeme halinde olabilirken, bazı bünyelerde ise (hikayemizdeki hanımefendide olduğu gibi) strese / üzüntüye bağlı yiyememe davranışı olarak şekillenebilir.[1]


Beyin ve bağırsaklar arasında, başta vagus siniri olmak üzere yüz milyonlarca sinir hücresi vasıtasıyla kurulmuş olan direkt bağlantı[2] sayesinde, bağırsaklarımızın yönettiği enterik sinir sistemi (ENS), beynin yönettiği merkezi sinir sistemi ile devamlı ve karşılıklı olarak konuşur.[3] Bu bağ, zihinsel stresin, duygularımızın ve düşüncelerimizin, sindirim sistemimize doğrudan etki etmesini sağlarken, bazen ortada hiçbir fiziksel bulgu olmamasına rağmen sindirim sistemi rahatsızlıkları yaşamamıza da yol açabilir.[4] Huzursuz bağırsak sendromu, iştahsızlık, aşırı gaz bunlardan bazıları olabilir…


Öte yandan beyin kimyamızda bulunan ve duygularımız vasıtasıyla ruh halimizi doğrudan etkileyen bazı nörotransmitterlerın bir bölümü direkt olarak, strese karşı çok hassas olan bağırsaklarımız tarafından üretilir.[5] Mutluluk hormonu olarak ifade edilen serotonin’in büyük bölümü ve endişe ile mücadele etmemize yardımcı olan Gama-aminobütirik asit, bağırsaklarda üretilir.[6] Bu iletişim yolu karşılıklı işlediğinden; ruh halimiz sindirim sistemimizi etkileyebildiğinden, sindirim sistemimiz de ruh halimizi etkiler.[7] Ve bu bizi bir döngüye sokabilir. Kendi kendimizi yiyip bitirdiğimiz bir döngüye…


Eğer bu noktaya yakınsan, artık elde edemediklerin, söyleyemediklerin ve içine sindiremediklerin yerine kendine dönmen iyi bir başlangıç olabilir. Karşılık vermek yerine, içine sinmeyenleri ifade etmek; seni hem midene oturan o taştan, hem de boşa sürüp giden “karşılıklı” kavgalardan koruyabilir. Yolda birlikte yürüdüğün kişi(ler)den göremediğin anlayışı ve alamadığın hakkı, kendi kendine öz şefkat olarak geri vererek bu döngüyü kırabilirsin.


Bunu yapmanın herkes için ayrı bir yolu olabilir ama belki sen de hikayemizdeki kadın gibi, bedenine, düşüncelerine ve duygularına aynı anda ulaşarak yapmayı seçersin. Refleksoloji ile sindirim sistemini, öz-şefkat ile kendine olan bakış açını değiştirirsin. Kendini anlatmak yerine, kendini anlarsın. Çünkü eninde sonunda, Mevlana’nın da dediği gibi, “Hayatın amacı, kendine varmaktır.”

Kendine dönmek, önce "gerçek kendi"nin yerini bilmekten geçer. Kendimizin sandığımız pek çok düşünce zihnimizde gezer ve bedenimize yansır, bazen usulca bazen şiddetle kendisini gösterir. Esas olan kendimiz veya içsel benliğimiz, eğer gerçekten şanslıysak, bir şekilde hayatımıza tezahür eder; zihnimizdeki çevresel kaynaklı düşünce bağlantılarını susturarak etkilerini de bertaraf eder. Bu deneyimin gücü, benliğimizin, beynimizin ve sinir sistemimizin gücü kadardır ve sınırları henüz ölçülememiştir. Bu "gerçek kendin"e yürümek, cesaret ister.


Cesaretine engel olan bir zihin yapın varsa, o zihni sana destek olan bir yardımcıya dönüştürme vaktin gelmedi mi?


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page