top of page

Sigaranın Dumanı

Güncelleme tarihi: 12 Ağu 2023

Bağımlılıklar, beyni sadece kimyasal olarak değil, duygusal olarak da kandırırlar. Bu nedenle köklerini sökmek mümkün değilmiş gibi görünür. Beyne sağladıkları kimyasal etkiyi bir anda kesmek de (hatta yavaş yavaş kesmek bile) gene bu nedenle tam bir etki yaratamaz. Çünkü yeri doldurulması gereken tek şey beyindeki kimyasal etkileri değil, aynı zamanda yarattıkları duygusal tatmindir de.


İnsan beyninin en hayati 2 ihtiyacından biri, kimyasal olarak dengede olmaktır. Kimyasal denge, anksiyeteden depresyona, şizofreniden Parkinson’a kadar birçok rahatsızlıkta birincil etkendir. Ve insan beyni o kadar hassas bir yapıda işler ki, bu dengeyi sürdürülebilir şekilde sağlamak; sadece eksikliği gidermekle mümkün olamaz. Birbirine çok boyutlu olarak bağlanmış birçok nörotransmitter’ın (beynimizde doğal olarak salgılanan kimyasallar) kurduğu bu dengeyi yeniden sağlamak; adeta 3 boyutlu bir örümcek ağını tamir etmeye çalışmak gibidir.


En popüler tanımlarıyla mutluluk hormonu Serotonin, motivasyon hormonu Dopamin, endişe giderici GABA ve daha az bilinen kardeşleri Norepinefrin, Glutamat ile Asetilkolin bu karmaşık dengenin yapıtaşlarıdır. Bu karmaşık yapılı mikroskobik kimyasallar, adeta bir hayat iksiri gibi insanın tüm yaşamsal fonksiyonlarını (uykusundan iştahına, modundan algısına, hafızasından stresine, hatta aldığı zevklerden davranış biçimlerine kadar) hem mümkün kılar, hem de düzenlerler.[1]


Öbür tarafta, beynimiz için en az kimyasal denge kadar yaşamsal bir diğer ihtiyacı olan “bağ kurmak” yer alır. Beynimiz olayları, aralarında neden sonuç bağı ile algılar. Sinir-bilimsel olarak, hiçbir hatıra zihnimizde diğerlerinden kopuk olarak yer alamaz, çünkü çok basit bir anlatımla; belli bir anıyı kaydeden sinir hücreleri, “o anının kişide uyandırdığı benzer hisleri içeren diğer anıları depolamış olan sinir hücreleri” ile birlikte aktive olurlar.[2] İşte bu bağlantılı işleyiş, insanların aynı olayı farklı algılamalarının da ana sebeplerinden biridir. Çünkü herkes o olayı, hemen öncesinde yaşadığı kendi anısı üzerine inşa eder. Dolayısıyla aynı olay herkes için farklı bir duygusal arka plan üzerine inşa edilir ve anısı da o “öz-geçmiş” çerçevesinde hatırlanır.


Bununla birlikte, beynimizin bağ kurma ihtiyacı sadece olayları algılamak üzerine değildir. Beynin doğru şekilde gelişebilmesi ve hayatına sağlıkla devam edebilmesi için, sosyal bağlar kurmaya ihtiyacı vardır. Çünkü araştırmaların da kanıtladığı üzere; beyin, sosyal çevresinden aldığı sinyalleri yorumlamak üzere tasarlanmış bir organdır -ki bu işlevi sonucunda, söz konusu dış sinyaller bizim iç dünyamızı (öz-geçmişimizi) etkilerler.[3] (Bunu şu yazımda daha detaylı anlatmıştım)


Özetle sağlıklı şekilde düşünebilmesi, algılayabilmesi, işlevini sürdürebilmesi için beynimizin kimyasal olarak dengede kalmaya ve hem çevresiyle, hem de kendi öz-geçmişi ile bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Bunların her biri öyle hayati ihtiyaçlardır ki, doğal akışta sağlanamadıkları zaman öbür tarafı da bozarlar.


Yani kimyasal olarak dengede olamayan bir beynin sosyal bağları bozulduğu gibi, sağlıklı bağlar kuramayan bir beynin de kimyasal dengesi bozulmaya başlar.[4] Peki sence beyin bu bozgunu engellemek için ne yapar?


Bu kadar muktedir bir organ için ideal cevap elbette sorunun kaynağını kendi içinde

arayıp bulması ve kökünden çözmeye başlamasıdır. Ancak ne yazık ki, insan beyni her ne kadar tüm yaşamsal fonksiyonları idare etse de, kendi yaşamsal durumundan kopuktur. Yani sorununu anında fark edemez ve dolayısıyla da çözemez. Sorun köklenir ve beynin denge ihtiyacı işlevini etkiler.


Beyin bu çift taraflı bıçaktan kaçınmak için bir yol arayışına girer. Ne yazık ki (çoğunlukla) hala sorunun esas sebebini kavramış değildir ve üstelik bu konuda farkındalıklı ya da titiz de değildir. İnsan beyni ne yazık ki bu aşamada sadece “acelecidir”. Sorunun sebeplerini aramayı pas geçerek, telaşla “sıkıntıyı” giderecek bir yol aramaya koyulur.


İşte bu noktada modern hayatın öbür yüzü devreye girer. Hızlı, kolay, etkili ama asla dengeli, sürdürülebilir ve/ya iyileştirici olmayan “ağrı kesicileri” ile modern hayat, insan beynine bir çok “sıkıntı giderici” alternatif sunar. Ne yazık ki bu alternatiflerin hepsi de sorunu bastırmaya yönelik kimyasal, duygusal ya da zihinsel “kandırıcılardır”.

Çoğunluğu kimyasal olarak iş gören bu kandırıcıların en sık rastlananlarından biri de sigaradır. İlk nefesle birlikte nikotin beynin dolaşım sistemine girer ve ilk iş olarak gidip nikotinik asetilkolin reseptörlerine (nAChR) bağlanır.[5]


Ne tesadüftür ki merkezi sinir sistemimizde bulunan bu karmaşık isimli reseptörler, ta en başta saymış olduğumuz beynin kimyasal dengesini sağlayan maddeleri (Seratonin, Dopamin, GABA, Norepinefrin, Glutamat ve Asetilkolin) salınımını düzenleyen yapının ta kendileridir[6] Nikotinin etkisi, bu arkadaşlar üzerinde Dopamin salgısını ateşleyici bir etki yaratır. Diğer kötüye kullanılan ilaçlarda olduğu gibi, bu artan DA salınımı, nikotinin ödüllendirici ve zevkli etkilerine aracılık eder ve böylece de nikotin bağımlılığının başlatılması ve sürdürülmesi için kritik bir mekanizma kurmuş olur.[7]


Türkçesi, yaşadığı sorunun kaynağını bulmakla ilgilenmeyen beynimiz, işini hızla gören bu durumu mutlulukla karşılar. Lafın gelişi de değil üstelik, gerçekten Dopamin salgılar! Nihayetinde sıkıntısı giderilmiştir. Ne yazık ki yaradılışı gereği Dopamin’e gerçekten muhtaç olan beynimiz, bu tercihi ile kendisini sonsuza dek sürebilecek bir döngünün içine sokmuş olur. Yapay yolla salgılanan Dopamin zamanla doğal yolla salgılanamaz hale gelir. Böylece hassas denge bozulmakla kalmaz, yerine tamamen dışa (nikotine) bağımlı bir denge kurulmuş olur.


Bu durum, en başından itibaren beynin asli görevi olan kontrol işlevini yapamadığı şekilde gelişir. Ve kontrol el değiştirir. İşte sigara bu şekilde bağımlılık yaratır. Bu denklemin çeşitli versiyonları, alkol, şeker ve hatta ekran, alışveriş ve iş bağımlılığı (yani bir tek bunu yaparken mutlu hissediyorum dediğin her türlü alışkanlığın) için de geçerlidir.


Sigara örneğine dönecek olursak, ne yazık ki nikotin ile başlıyor gibi görünen bu döngü, nikotinin azaltılması ya da kesilmesi ile düzelemez. Çünkü hikayenin öncesi vardır: nikotinin (güya) yeniden sağladığı dengeyi ilk bozan şey yani konunun özü; hatırlarsan, beynin kimyasal denge ve/ya sosyal bağ kurma ihtiyaçlarıdır.


Ve gene hatırlarsan, birbiriyle bağlantılı olan bu ihtiyaçların biri sağlansa dahi, diğeri sağlanamadığında tam anlamıyla bir düzelme gerçekleşemez. Dolayısıyla sigara başta olmak üzere her türlü bağımlılıkta, işi kimyasal olarak çözmeye çalışmanın yanı sıra, beynin hangi bağ kurma ihtiyacının karşılanmamış olduğuna da bakmak, kökten çözüm için kritik önem taşır. Çünkü sigaradan içine çektiğin nikotin nasıl ki seni kimyasal olarak bağımlı yapıyorsa, savurduğun dumanı da özünde dışarı atmak istediğin sıkıntılar sebebiyle kendisine bağımlı tutmaktadır seni.


Daha önce yazmış olduğum BAĞ’ımlılık isimli yazımda, beynin doğal yaradılışının bir parçası olan bu bağ kurma ihtiyacının karşılanamadığı takdirde bağımlılıklara nasıl yol açtığına değinmiştim. İşte bu noktada da çözümün neden çift yönlü olması gerektiğini anlatmaya çalıştım.


Ancak dramatik anlaşılmasın: Vaktiyle kurulamamış olan bağlar, ömür boyu düzeltilemez diye bir şey yoktur! Beynimiz (her ne kadar bağımlılık konusunda biraz tongaya düşmeye müsait yapıda olsa da) akıl almaz bir şekilde “iyileşmeye” yönelik yaratılmıştır. Bırak zihinsel olarak iyileşmeyi, fiziksel olarak bile değişebilir yapıdadır. Nöro-plastisite denen bu kavram, beynin belirli alışkanlıklar ve öğretiler sonucunda oluşmuş olan fiziksel kıvrımlarının, farkındalık temelli “geri-öğrenme” yöntemleri ile gene fiziksel (ve dolayısıyla düşünsel) olarak değiştirilebileceğini gösterir. Dünyaca ünlü nöro-psikiyatr Dan Siegel, kitaplarında sıkça bu kavramın nasıl işlediğine değinir.[8] Üstelik bunun için çare olarak ilaçları değil, farkındalık temelli davranış değişikliklerini önerir.


Özetle sigara bağımlılığın; kendi içinde tatmin edilememiş bağ kurma ihtiyaçlarını bulup anladığında ve şu anki yaşamının akışında bu bağı yeniden inşa ettiğinde, kökünden çözülmesi bilimsel olarak mümkün olan bir döngüdür. Dumanı son kez, hem de kökünden savurup tümüyle içinden atman mümkündür. Bu yönde istekli olman ve farkındalık temelli destek alman önemlidir. Bedeninden bilincine giden böyle köklü bir destek için adım atmanın en güzel günü bugündür.





Kaynaklar: [1] MENTAL HEALTH - What Is a Chemical Imbalance?https://www.verywellhealth.com/chemical-imbalance-5191365 [2] https://drdansiegel.com/book/the-whole-brain-child/ [3] https://drdansiegel.com/book/the-whole-brain-child/ [4] How humans bond: The brain chemistry revealed https://www.sciencedaily.com/releases/2017/02/170217160940.htm [5] PHARMACOGENETICS OF NICOTINE ADDICTION: ROLE OF DOPAMINE https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4154357/ [6] Nicotinic acetylcholine receptors and nicotinic cholinergic mechanisms of the central nervous system https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/17009926/ [7] PHARMACOGENETICS OF NICOTINE ADDICTION: ROLE OF DOPAMINE https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4154357/ [8] https://drdansiegel.com/book/the-whole-brain-child/

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page